AsafHâlet Çelebi’nin şiirindeki mistisizm üç farklı bölümde el e . hakkında pek çok şey söylenmişti r. Bu hale Eckhart, Derleme Çalışmalarında Organoloji. Türkiye’de yapılan ilk derleme çalışması, 1925 yılında Maarif Vekâleti’nin izni ile gerçekleştirilmiştir. Seyfettin ve Sezai Asaf kardeşler tarafından, Batı Anadolu’da yapılan bu ilk derleme gezisi sonucunda kaleme alınan raporda, çalgılara da yer verilmiştir. DivanEdebiyatının-Şiirinin Kaynakları. Divan edebiyatı her ne kadar İran edebiyatını örnek almışsa da kaynakları yalnızca İran şiiri ile sınırlandırılamaz. Bu edebiyatın kültür birikimini oluşturan kaynakların başlıcaları şunlardır: 1. Şuara Tezkireleri. Dönemin edebiyat tarihleridir. Tezkireler; biyografi MihriMüşfik, Hale Asaf, Turgut Zaim, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Zeki Faik İzer, Ferruh Başağa, Burhan Doğançay, Neşe Erdok, Şükriye Dikmen, Sabri Berkel, Nuri İyem, Turan Erol, Ahmet Yakupoğlu ve Süleyman Saim Tekcan’ın eserlerinden örneklerle sanatsal üslupları hakkında bilgi verilir 2. Asaf Hâlet Çelebi nin bölük pörçük, parçalı külliyatının önemli bir parçasını meydana getiren yazıları, konferansları ve görüşmeleri Bütün Yazıları adıyla yeniden Politikada 45 Yıl: Eserin odağında İsmet İnönü vardır. Cumhuriyet’in kuruluşundan 1968’e kadarki dönemin siyasî olay ve şahsiyetleri hakkında değerlendirmeleri yer almaktadır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Monografileri. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun monografi türündeki eserleri aşağıda listelenmiştir. uFn4. ŞEKER AHMET PAŞA 1841’de İstanbul’da doğdu, 1970’de İstanbul’da öldü. Asıl adı Ahmet Ali’dir. Küçük yaşta Tıbbiye Mektebine girdi 1855. Resim yeteneği nedeniyle bu okulda resim öğretmenliği yardımcılığına getirildi. Daha sonra okuldan ayrılarak Harbiye’ye geçti. Abdülaziz’in ilgisini çekince, resim öğrenimi için Paris’e gönderildi 1864. Önce Mektebi Osmani’ye devam etti. Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ne geçti ve G. Boulanger, J. L. Gerome gibi öğretmenlerden dersler aldı. Paris Uluslararası Fuar sergisinde resimleri sergilendi 1867. Resimleri Salon’a kabul edildi 1869, 1870 Abdülaziz, Avrupa gezisi sırasında sergideki resimleri gördü ve Ahmet Ali’yi resim seçip almakla görevlendirdi. 1870’te akademiyi bitiren Ahmet Ali, “Prix de Rome”u kazanarak, üç ay süreyle Roma’ya gönderildi. Yurda dönünce kolağası rütbesiyle Sultanahmet’teki Sanat Mektebi’ne resim öğretmeni olarak atandı 1871. Uzun hazırlık ve çalışmalardan sonra, Türk ve yabancı ressamların eserlerinden oluşan bir resim sergisi açmayı başardı 27-Nisan-1873. Bu sergi, Türkiye’de açılan ilk resim sergisiydi. İkinci sergiyi 1 Temmuz 1875’te Darülfünun binası salonunda açtı. Bu sergide kendi resimleri, başka Türk ressamların eserleri, çoğunlukla Hıristiyan ve yabancı ressamların eserleri yer aldı. Ahmet Ali, Abdülaziz’in takdirini kazanarak, padişah yaverliğine atandı. Bu görevi sırasında manzara resimlerinden uzaklaştı ve Mercandaki konağındaki atölyesinde natürmort çalışmaları yaptı. 1884’te mirliva tuğgeneral, 1890’da da ferik tümgeneral rütbesine yükseldi. Başlıca eserleri Karpuz Dilimli ve Üzümlü natürmort, Ağaçlar Arasında Karaca, Manolya ve Meyveler, Talim Yapan Erler, Manzara, Tepe Üzerindeki Kale. Şeker Ahmet Paşa, çağdaş Türk Resim Sanatı’nın temel taşlarından biri olarak değerlendiriliyor. Batıdaki deneyimleri özümseyen bir istemle, peyzaj temasına yaptığı dünya çapındaki üslup katkısı, sanatçının mekan derinliği ve atmosfer ilişkilerini yorumlayan duyarlığının ürünü olarak görünür. Şeker Ahmet Paşa’nın düzen anlayışına mal olan lirizm, özgün bir şema geometrisiyle dengeleniyor. SÜLEYMAN SEYİD 1842 yılında İstanbul’da doğdu, 1913 yılında İstanbul’da öldü. Maltepe ve Maçka askeri rüştiyesinde okudu. İdadi ve Harbiye’de resim yeteneğiyle öğretmenleri Chirans ve Kess’in dikkatlerini çekti. Paris’e gönderilerek, Abdülaziz tarafından Türk öğrenciler için açılmış olan Mektebi Osmani’de öğrenim görmeye başladı. Önce Rolrobens’le, Mektebi Osmani’ye kapatılınca da A. Cabanel ile çalıştı. Paris Güzel Sanatlar Okulu’nu bitirdi. Bazı kaynaklara göre de bir yıl Roma’da kaldı. 1875’te yurda döndü ve Osman Nuri Paşa’nın yardımcılığını yaptı. Harbiye’ye resim öğretmeni olarak atandı. Fakat Şeker Ahmet Paşa ile resim anlayışı konusunda ters düşünce, Kuleli Askeri Lisesinde öğretmenliğini sürdürmek zorunda kaldı. Ayrıca uzun yıllar da Askeri İdadisi’nde resim öğretmenliği yaptı 1884-1910. Süleyman Seyyid’in İstiklal ve Osmanlı gazetelerinde yazı ve çevirileri de çıkmıştır. Bazı okullarda Fransızca öğretmenliği de yapmıştır. Fenn-i Menazır adlı basılmamış bir eseri vardır. Natürmort temasına karşı yoğun ilgisiyle bilinen Süleyman Seyyid, peyjaz ve figür alanında da üstün yeteneklerini kanıtlıyor. Süleyman Seyyid özellikle resim düzeninin içerdiği yön zıtlıklarında ifadesini bulan üslup dinamizmi ile özgün yerini kazanıyor. İBRAHİM ÇALLI 1882 yılında Denizli’nin Çal kasabasında doğdu, 1960 yılında İstanbul’da öldü. İlk ve orta öğrenimini kasabasında, lise öğrenimini İzmir’de yaptı. Askeri okulda okumak için İstanbul’a geldi. Burada parasını çaldırıp zor durumda kalınca çalışmaya başladı. Bir resim öğretmeninden ve ressam Roben Efendiden resim dersleri aldı. Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzet Bey ile tanıştı ve arkadaşının yardımıyla Sanayii Nefise Mektebine girdi 1906. Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi ve devlet tarafından Paris’e gönderilerek, Fernand Cormon’un atölyesinde öğrenimini sürdürdü 1910-1914. 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yurda döndü. Sanayii Nefise Mektebinde Vallaury’nin yardımcısı oldu. Atölye öğretmeni olduktan sonra, 1947’de emekli oluncaya kadar bu görevde kaldı. Devlet Resim ve Heykel sergilerine aralıklı olarak katıldı. Ölümünden bir yıl sonra, Ankara Türk-Amerikan Derneği’nde son toplu sergisi açıldı 1961. Güzel Sanatlar Birliği’nin kurucularından biriydi. En tanınmış eserleri Türk Topçularının Mevzie Girişi, Tefli Kız, İstiklâl Savaşında Zeybekler, Manolyalar, Atatürk Portresi, İnönü Portresi, Yahya Kemal Portresi, Mevleviler Dizisi. İbrahim Çallı, kendi kuşağı içindeki sanatçılar arasında uçarı denilebilecek bir üslup dinamizmiyle karşımıza çıkar. Resimlerine yerel bir atmosferin tadını kazandırmakta, izlenimci sınırları aşan bir duyarlığa sahiptir. NAMIK İSMAİL 1890’da İstanbul’da doğdu, 1935 yılında İstanbul’da öldü. Galatasaray Lisesinde okurken okul müdürü Tevfik Fikret’in kurduğu resim atölyesinde resim çalışmalarına başladı. Daha sonra Sanayii Nefise Mektebi’ni bitirdi. Ailesi tarafından Fransa’ya gönderildi. Burada Julian Akademisinde, Ecole Nationale des Arts Dêcoratif’te ve Cormon’un atölyesinde çalışmalarını sürdürdü. Yurda dönünce 1. Dünya Savaşı yıllarında Kafkas cephesinde yedek subay olarak görev yaptı. Bu sırada savaş resimleri çizdi. Bu resimleri daha sonra Viyana ve Berlin’de Celâl Esat Arseven ile birlikte sergiledi. Bir süre Berlin’de Liebermann ve Corynth’in atölyelerinde çalıştı. Yurda dönünce İstanbul’da resim öğretmenliğine başladı. Güzel Sanatlar Akademisinde çalıştı. Paris’e gidip döndükten sonra, Güzel Sanatlar Akademisine müdür olarak atandı 1928. Lâle Devri, Tifüs Girdabı, Harman en tanınmış eserleridir. Namık İsmail, Türk resim sanatında kişisel üslup ayrımının belirginlik kazanmasını sağlayan büyük ustalardan biridir. Temalara biçimsel yaklaşımı belli sınırları aşmayan bir deformasyon eğilimi yansıtır. MALİK AKSEL 1903’te Selanik’te doğdu. İlkokulu Serez’de ve İstanbul’da okudu. Darülmuallimin’de öğrenimini sürdürdü. Burada Şevket Bey resim öğretmeniydi. Aksel’in çalışmalarını Şevket Bey yönlendirdi. 1921’de öğretmen olan Aksel, 1928’de sınav kazanarak Almanya’ya gitti. Berlin Yüksek Öğretmen Okulunda Prof. Grossmann’ın atölyesinde çalıştı. Yurda dönünce Ankara’da açılan Resim Öğretmen Okulunda görev yaptı 1932. Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kuruluşuna katkıları oldu ve uzun yıllar bu okulun Resim-İş Bölümünde yöneticilik ve öğretmenlik yaptı. 1951’de İstanbul’daki Çapa Enstitüsüne atandı. 1968’de emekli oluncaya kadar burada görev yaptı. “Suluboyacı Malik” diye de anılıyordu. Başlıca eseleri Halı Önünde, Şu Karalı Kızlar, Çingeneler, Kız Çocuğu, Kardeşler. Ayrıca resim sergisinde Otuz Gün, İstanbul Minaresinde Kuş Evleri, Anadolu Halk Resimleri, Türklerde Dini Resimler, Sanat ve Folklor, İstanbul’un Ortası adlı kitapları da vardır. Geniş bir folklor bilgisine sahip olan Malik Aksel, hem eğitici ve araştırmacı, hem de resim uğraşları içinde gündelik yaşam kesitlerinin bazen dramatik, bazen mizahi içerik değerlerine ulaşabilmektedir. EŞREF ÜREN 1897’de İstanbul’da doğdu. 1984’te Ankara’da öldü. Bursa Ziraat Okulu’ndan sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. Burada İbrahim Çallı ve Hikmet Onat atölyelerinde çalıştı. Bir süre Paris’te Andrê Lhote ve Othon Griesz’in atölyelerine devam etti1928-1929. Yurda dönüşünde çeşitli illerde resim öğretmenliği yaptı. “D Grubu”na katıldı. Resimleri bu grubun sergilerinde ve Galatasaray Sergilerinde yer aldı. Katıldığı Devlet Resim ve Heykel sergilerinin bazılarında ödül aldı1942’de üçüncülük, 1945’te ikincilik, 1964’te birincilik. Ayrıca Venedik Bienaline, Paris UNESCO, San Francisco ve Atina sergilerine katıldı. En tanınmış eserleri Ankara’da Kış, Gençlik Parkı, Beynam Ormanları, Karadeniz Kadınları, Paris. Özellikle kent oluşumundan kesitleri işleyen peyzajlarında, Eşref Üren’in düzene açık ve sınırsız bir ifade boyutu getiren duyarlılığın canlı titreşimlerine tanık olunabilir. NURULLAH BERK 1906’da İstanbul’da doğdu. 1982 yılında İstanbul’da öldü. İlkokulu Heybeli ada’da, orta okulu Nişantaşı’nda okudu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, Sanayii Nefise’ye girdi. Burayı Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde öğrenim görerek bitirdi 1924. Daha Paris’e giderek, Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulunda Ernest Laurent’nin öğrencisi oldu. Yurda dönüşün de İstanbul’da arkadaşlarıyla birlikte “Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği”ni kurdu1928. 1933 yılında tekrar Paris’e gitti. Andrê Lhote ve Fernand Lêgerin yanında çalıştı. Aynı yılın sonunda yurda dönünce, arkadaşlarıyla “D Grubu” topluluğunu kurdu. 1939’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenim üyesi oldu. 1962’de de İstanbul Resim ve Heykel Müzesi müdürlüğüne getirildi. Berk, UNESCO’ya bağlı “Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Türkiye Komitesi”ni Suut Kemal Yetkinle birlikte kurmuş, Paris, Moskova, Bükreş, Leningrad ve Brüksel sergilerinde komiserlik yapmıştır. Sao Paolo ve Venedik bienallerine de Ankara devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde birincilik kazandı. En tanınmış eserleri İskambil Kağıtlı Natürmort, Ütü Yapan kadın, Çömlekçi, Dikenler. Nurullah Berk’i kübizmen A. Lhote^tan esinlenen ve oldukça dekoratif bir yön tutturan uygulamaları içinde görüyoruz. ADNAN VARINCA 1918’de İstanbul’da doğdu. Saint-Josephe Fransız Erkek Lisesini bitirdikten sonra, Güzel Sanatlar Akademisinde Lêopold Lêvy ve Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyelerinde öğrenim gördü. Bu okulu 1948’de bitirdi. Bir süre resim öğretmenliği yaptı. 1957-1973 yıllarında, Paris’te çalıştı. Besançon’da açılan “Paris’te Altı Türk Ressamı”sergisinde ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki “Paris’teki Türk Ressamları” sergisinde yer aldı. Yurda döndükten sonra kişisel sergiler açtı. 4. Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’nü Turan Erol’la paylaştı1980. Resimsel oluşuma iç dünyasının kişisel yorum güçleriyle yaklaşan Adnan Varınca’yı “pentür” alanında az rastlanır bir üslupçu olarak kavrıyoruz. NURİ İYEM 1915’te İstanbul’da doğdu Güzel Sanatlar Akademisinde Nazmi Ziya Güran, Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Lêopold Levy atölyelerinde öğrenim gördü 1933-1937. Arkadaşlarıyla birlikte İstanbul’da “Liman Resim Sergisi”ni düzenledi 1940. 1941’de Ferruh Başağa, Avni Arbaş, Selim Turan, Fethi Karakaş, Mümtaz Yener, Turgut Atalay, Nejat, Agop Arad, Haşmet Akal’la birlikte “Yeniler Grubu”da yer aldı. Bu grubun her yıl iki kez açılan sergilerine katıldı1941-1951. 1946-1983 yılları arasında yaklaşık kırk kadar kişisel sergi açtı. Paris’te, Hollanda’da, Venedik’te, Sao Paolo’da resimlerini sergiledi. Başlıca eserleri Nalbant, Halk Şairi, Çeşme Başı, Aile, Orkestra, Ana Şefkati, Kardeşler. Nuri iyem, figüratif ve soyut çalışmalarının tümünde özenli bir işçiliğin giderek ustalık katına ulaştığı bir gelişme içinde görülür. SAMİ YETİK 1878’de İstanbul’da doğdu. 1945’te İstanbul’da öldü. İlköğrenimini Taşmektep’te, ortaöğrenimini Çiçekpazarı Rüştiyesi’nde ve Mülkiye İdadisi’nde yaptı. Askerliğe ilgi duyduğu için Kuleli’ye geçti. 1898’de de Harbiye’yi bitirdi. Okul dönemimde Osman Nuri Paşa’dan ve Hoca Ali Rıza Bey’den resim dersleri gördü. Subay olunca, Eyüp Askeri Baytar Rüştiyesine resim öğretmeni olarak atandı. Bu arada Sanayii Nefise Mektebine de devam ederek, burayı da bitirdi 1906. 1910-1912 yılları arasında Paris’te resim çalışmaları yaptı. Yurda döndükten sonra, Balkan Savaşına katıldı ve Bulgarlara esir düşerek, bir süre esaret hayatı yaşadı. 1. Dünya Savaşı sırasında da görev yaptı. 1933’te binbaşılıktan emekli oldu. 1918’de Berlin ve Viyana sergilerine katılan Yetik’in, daha çok Balkan Savaşı ve Milli Mücadeleyle ilgili resimleri vardır Cepheye Cephane Nakli. Eğitici etkinliğinin yanı sıra, izlenimciliğe yakın doğrultuda bir üslup çabası göstermiş olan Sami Yetik, renkçi değerler yönünden ölçülü bir uyum davranışı ortaya koymaktadır. HALE ASAF 1905 yılında İstanbul’da doğdu, 1938 yılında Paris’te öldü. Resim öğrenimine Almanya’da Berlin Akademisi’nde başladı. Sonra İstanbul’da İnas Sanayii Nefise Mektebinde Ömer Adil’in ve Feyhaman Duran’ın öğrencisi oldu. Maarif Vekaleti’nin bursuyla tekrar Almanya’ya gönderildi1924. Buradan Fransa’ya geçerek, Paris’te resim çalışmalarını sürdürdü. Seramikçi İsmail Hakkı Oygar ile evlendi. Paris’teki Grande Chaumiêre atölyesinde çalıştı. Matisse ve Dufy’den dersler aldı. Yurda dönüşünde “Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği”nin çalışmalarına katıldı 1928. Bu topluluğunun Ankara 1928 ve İstanbul 1929 sergilerinde yer aldı. Bir süre sonra Bursa Kız Öğretmen Okulu’nda resim öğretmenliği yaptı. İstanbul’a döndü. Sonra da Paris’e giderek bu kente yerleşti1930. Bir yandan yakalandığı hastalıkla mücadele ederek resim çalışmalarını sürdürdü. İtalya’daki Faşist yönetimden kaçan yazar Antonio Ariante ile birlikte bir süre “Jeune Europa” galerisini yönetti. Hale Asaf’ın İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan resimleri dışındaki eserleri bilinmemektedir. Türk resim sanatında akonstrüktif üslup anlayışına uygun dramatik içerikler kazandırma yolunda olan bir ressamın, Hale Asaf olduğu söylenebilir. BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU 1913’te Görele’de doğdu, 1975’te İstanbul’da öldü. İlk ve ortaokul öğrenimini Trabzon’da yaptı. 1931’de İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisini bitirdikten sonra, Paris’te Andrê Lhote’nin atölyesinde çalıştı1931-1933. Yurda dönüşünde Güzel Sanatlar Akademisinde öğretim üyesi oldu. “D Grubu”na katıldı. G. S. Akademisinde kendi adıyla anılan resim atölyesini yönetti. Basma-çoğaltma yöntemiyle serigrafi, litografi, gravür çalışmalarına ağırlık verdi ve halk el sanatlarından kaynaklanan mozaik çalışmaları yaptı. Ayrıca “yazmacılık” sanatıyla uğraştı. Paris’te Musêe de I’Homme’ da ilkel soylar sanatını inceledi. 1958 Brüksel sergisinde Türk pavyonu için yaptığı 277 m2’lik mozaik panosuyla, altın madalya büyük ödül, Sao Paulo Bienali’nde şeref madalyası yaptı. Paris’teki NATO binasında yer alan 50 m2’lik mozaik panosuyla da uluslararası ün kazanmıştır. Başlıca eserleri Köylü kadını, Beylerbeyi İskelesi, Balıklar, Mavi Siyah Kuş, Anadolu Hisarı, Mangal ve İbrik. Bedri Rahmi Eyüboğlu, gelişmesi boyunca folklorik nakışlarla kurduğu resimsel ilişkileri, popüler boyutlara eriştiren bir sanatçı olarak dikkatleri üzerinde toplamıştır. CEMAL TOLLU 1899’da İstanbul’da doğdu, 1968’de İstanbul’da öldü. Sanayii Nefise’de öğrenim görürken, Milli Mücadeleye katılmak için Anadolu’ya geçti. öğrenimini daha sonra tamamladı. Bir süre Elazığ Öğretmen Okulunda resim öğretmenliği yaptı1927-1929. Avrupa’ya giderek Andrê Lhote, Fernand Lêger, Hans Hoffmann, Gromaire gibi sanatçılarla çalıştı1929-1932. Yurda dönüşünde bir süre Erzincan Askeri Ortaokulunda resim öğretmenliği yaptı1932-1935. Güzel sanatlar Akademisinde Lêopold Lêvy’nin yardımcılığına getirildi. Daha sonra resim bölümünde yönetici olarak da görev yaptı ve bu okuldan emekli oldu1937-1964. “D Grubu”nun kurucularındandır1933. Resimleri ilk kez 1927’de sergilendi. 1967’de de retrospektif sergisi açıldı. Yazıları “Sanat Bahisleri” başlığı altında Yeni Sabah gazetesinde yayımlandı. Yunan Mitolojisi 1964, Şeker Ahmet Paşa 1967 adlı kitapları vardır. Başlıca eserleri Hatay Portakal Bahçelerinden, Zeytin Ağacı, Okuyan Köylüler, Mevleviler, Balerin. Cemal Tollu, kübist bir resim üslubu anlayışına yöresel anlamlar kazandırma yolunda bir sanatçı olarak görülmektedir. Hale Asaf, 1905 yılında İstanbul'un Kadıköy ilçesinde dedesi Doktor Rasim Paşa'nın konağında dünyaya geldi. Babası, Abdülhamit devri temyiz reislerinden Salih Bey, annesi Enise Hanım'dır. Babasının babası Asaf Paşa, Sultan Abdülhamit'in yaveri; annesinin babası Çerkez Ahmet Rasim Paşa ise Askeri Tıbbiye Okulu'nun tanınmış hocalarından bir anotomi uzmanıdır. Hale Asaf, bebeklik çağında köpeklerden geçen bir hastalık nedeniyle 1910 yılında ciğerlerinden ciddi bir ameliyat geçirdi; ömrü boyunca bu hastalıkla mücadele etmesi gerekti. Hale Asaf, İlk öğrenimi evde özel olarak gördükten sonra orta öğrenimini Notre Dame de Sion'da tamamladı. Dil öğrenmeye yeteneği vardı. İngilizce, Rumca, Fransızca öğrendi. 1919 yılında anne ve babsı ile birlikte Roma'ya, teyzesi Mihri Müşfik Hanım'ın yanına giderek ilk resim derslerini aldı, İtalyanca öğrendi. 1920'de Paris'e, Montparnasse'a gitti. Namık İsmail'in öğrencisi oldu. 1921 yılında sanat eğitimi almak üzere ailesi onu Berlin’e gönderdi. O yıl hastalığı nüksetti ve bir göğsü alındı. Sınavını kazandığı Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenime başladı; Prof. Von Arthur Kampf’ın öğrencisi oldu. Bu okulda 1923 yılında Fikret Mualla ile sınıf arkadaşı oldu. Aynı yıl, kısa bir süre için Berlin’e gelen Ali Avni Çelebi ile görüştü. 1924 yılında Berlin’de iken yaptığı portreler ünlü sanat dergilerinde yayımlanınca ilk defa adı duyuldu. Okuldaki son yılı sıkıntılı geçti. Babası, Kurtuluş Savaşı sonrasında siyasi nedenlele ülkeyi terkedip kardeşi Cemal Bey ile birlikte Mısır’a kaçtığı için geçim sıkıntısı çeken Hale Salih, 1924 yılı Nisan ayında İstanbul'a döndü. 1924- 1925 yıllarında İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'nde Feyhaman Duran ile İbrahim Çallı'nın öğrencisi oldu. Salih Bey'in Mısır'a kaçışından sonra anne ile babası ayrılmıştı Annesi Enise Hanım bu ayrılıktan sonra İsviçre'ye gidecek ve orada Bâle Sanatoryumu’ndaveremden ölecektir; Hale Hanım, 1925 yılından itibaren babasının adı “Salih”in yerine dedesinin adı “Asaf”'ı kullanmaya başladı. 1925'in Ocak ayında Avrupa konkurunu kazandı. Bu sınavı kazanıp Avrupa’ya eğitime gönderilen ilk kadın sanatçı idi. 1926 Ocak ayında Maarif Vekaleti tarafından Almanya’ya gönderildi. Münih’te, Lovis Corinth’in öğrencisi oldu. 1926 yılında İtalya’ya giderek ciğerlerindeki kistleri aldırdı. 1926'nın Temmuz-Ağustos aylarında Galatasaray Sergileri’ne portreleriyle katıldı. 1927 yılında Paris’e, arkadaşları Refik Epikman, Cevat Dereli, Mahmut Cuda, Nurullah Berk, Ratip Aşir Acudoğlu, Muhittin Sebati, Ali Karsan, İsmail Hakkı Oygar, Ali Hadi Bara, Fahreddin Arkunlar, Şeref Akdik’in yanına gitti. 1927 yılı ile 13 Ağustos 1928 tarihleri arasında Académie de la Grande Chaumiére’ye devam ederek, André Lhote’un öğrencisi oldu. Bu dönemde Paris’te seramik eğitimi almakta olan İsmail Hakkı Oygar ile nişanlandı. Çalışmalarını Oygar ile birlikte Paris’te Grande Chaumiere Atölyesi’nde sürdürdü. Matisse ve Duffy’den özel dersler aldı. 1928’de Paris’te Expose á la Nationale'e katıldı. 13 Ağustos 1928 tarihinde Cevat Dereli, Muhitin Sebati, Refik Epikman, Mahmut Cuda, Ratip Aşir Acudoğlu ile birlikte Tadla vapuruyla Paris’ten İstanbul’a döndü. Gazeteci-ressam Elif Naci, onlardan birkaç gün önce İstanbul’a döndüğü için Şeref Kamil Akdik ve bir çok sanatçı tarafından karşılandı. Dönüş haberleri, Elif Naci’nin gayretleriyle 14 Ağustos 1928 Salı günkü Milliyet Gazetesi’nde yer aldı. Eşi İsmail Hakkı Oygar, İstanbul’da olmasına rağmen 1928 Eylül ayında okulların açılmasıyla Hale Asaf Bursa Kız Öğretmen Okulu’na resim öğretmeni olarak atandı. 1929’da Bursa Necati Bey Kız Sanat Enstitüsü’nde Fransızca derslerini de üstlendi. 15 Nisan 1929’da Ankara Etnografya Müzesi’nde açılan I. Genç Ressamlar Sergisi’ne altı yapıtıyla katıldı. 15 Temmuz 1929’da Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar Birliği’nin kurucuları arasında yer alan Hale Asaf, böylelikle ilk kadın kurucu unvanına da hak Eylül 1929’da Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin İstanbul Türk Ocağı Sergisi’nde portreler ve Bursa manzaralarını sergiledi. Yaşamının büyük bölümü yurtdışında geçen Hale Asaf, Bursa’da çevreye uyum sağlamak ve resim çalışmalarını sürdürmekte zorlanıyordu. Bursa Çorapçılar Çarşısı’nda resim yaparken, bir kadının resim yapmasını yadırgayan kalabalık tarafından saldırıya uğramış ve korkudan bayılmıştı. Bu olayın etkisinden kurtulamadı. 1929 sonunda Mahmud Cuda ile görev değişimi yapması Bursa’daki mutsuz hayatına bir çözüm oldu. Hale Asaf, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde eski hocası Namık İsmail'in yanında öğretmen yardımcısı olarak göreve başladı. Mahmut Cuda da Bursa Kız Öğretmen Okulu’'a gitti. 1 Aralık 1929'dan 1931'in sonlarına kadar, Fikret Adil’in Asmalımescit No47’de yer alan ve Asmalımescit 74 adlı kitabının da mekânını oluşturan çatı katı, bir çok genç sanatçı gibi Hale Asaf’ı da ağırladı. Ne var ki sanatçı, akademide yer almasına ve eşinin yanında bulunmasına rağmen mutsuzluğunu ve bunalımını üstünden atamayarak eşini ve Akademideki görevini bırakıp son kez Paris’e gitti. Hale Asaf, 1931 yılı sonlarında Paris’e giderek gözlerinden ameliyat oldu. Bu sırada, bundan sonraki yaşamını birlikte sürdüreceği İtalyan edebiyatçı Antonio Aniante ile tanıştı. Aniante’nin Paris’te kalma teklifini kabul eden Hale Asaf, başlangıçta bir otel odasına yerleşti ve Aniante'nin müdürlüğünü yapmakta olduğu Galerie-Librarie Jeune Europe’ta çalışmaya başladı. Daha sonra Aniante’nin Leopold Robert Sokağı’nda, 32 no’lu dairesinde birlikte yaşamaya başladı. 1934 yılında Aniante’nin galerisi Jeune Europe kapandı. Aniante, Mussolini aleyhine yazdığı kitapları nedeniyle yasaklı yazar haline geldi. Çiftin ekonomik durumu gittikçe bozuldu. Sıkıntılı günler, Hale Asaf’ın Arnavutluk Kralı Ahmet Zogu'nun bir portresini yapıp göndermesine kadar sürdü. Birkaç ay sonra 5000 franklık bir çek ve övgü dolu mektup gelince ferahlayan sanatçı, çocukluğundan kalma hastalığın nüksetmesi ve kansere dönüşmesi ile büyük sıkıntılar yaşadı. 31 Mayıs 1938 hayatını kaybetti. Cenazesi Thiasi Mezarlığı’na defnedildi. Ölümünden sonra büyük bir kısmı Aniente’de kalan resimlerin akıbeti belirsizdir. Resimlerin bir kısmı 2. Dünya Savaşı sırasında kaybolmuş, geri kalanların bir kısmı Türk koleksiyonerlere satılmıştır. 2001-2002 yılında yapılan bir araştırmada sanatçının 21 portre gerçekleştirdiği bunlardan 10’unun günümüze ulaştığı; 13 Bursa manzarasından onunun; 5 Paris manzarasından birinin ve bir de genel manzaranın günümüze ulaştığı bilinmektedir. 1 HALE ASAF resimleri hale asaf hale asaf resimleri eserleri hakkında ın eserleri 1905 yılında İstanbul'da doğdu, 1938 yılında Paris'te öldü. Resim öğrenimine Almanya'da Berlin Akademisi'nde başladı. Sonra İstanbul'da İnas Sanayii Nefise Mektebinde Ömer Adil'in ve Feyhaman Duran'ın öğrencisi oldu. Maarif Vekaleti'nin bursuyla tekrar Almanya'ya gönderildi1924. Buradan Fransa'ya geçerek, Paris'te resim çalışmalarını sürdürdü. Seramikçi İsmail Hakkı Oygar ile evlendi. Paris'teki Grande Chaumiêre atölyesinde çalıştı. Matisse ve Dufy'den dersler aldı. Yurda dönüşünde ^^Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliğin^^nin çalışmalarına katıldı 1928. Bu topluluğunun Ankara 1928 ve İstanbul 1929 sergilerinde yer aldı. Bir süre sonra Bursa Kız Öğretmen Okulu'nda resim öğretmenliği yaptı. İstanbul'a döndü. Sonra da Paris'e giderek bu kente yerleşti1930. Bir yandan yakalandığı hastalıkla mücadele ederek resim çalışmalarını sürdürdü. İtalya'daki Faşist yönetimden kaçan yazar Antonio Ariante ile birlikte bir süre ^^Jeune Europa^^ galerisini yönetti. Hale Asaf'ın İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nde bulunan resimleri dışındaki eserleri resim sanatında akonstrüktif üslup anlayışına uygun dramatik içerikler kazandırma yolunda olan bir ressamın, Hale Asaf olduğu söylenebilir. Sanatçının 21 portre gerçekleştirdiği ancak bunlardan 10'unun günümüze ulaştığı; 13 Bursa manzarasından 10'unun; 5 Paris manzarasından 1'inin ve 1 de genel manzaranın günümüze ulaştığı bilinmektedir. Sanatçının, 1931 yılı Moskovit Salonu Sergisi'nde ve Paris'teki sergilerinde natürmortlar sergilediği bilinmekle birlikte bunlardan 4 tanesine ulaşılabilmiştir. Sanatçının 1925 yılında gerçekleştirmiş olduğu bir baykuş resminin bugün Amerika'da bir özel koleksiyonda bulunmakta olduğu tespit edilmiştir. Sanatçının gerçekleştirmiş olduğu yüzlerce kroki desenden 12 tanesini sergilediği ve bunlardan 6 tanesinin günümüze ulaştığı sonucuna varılmıştır. Sanatçının 1 adet de kopya gerçekleştirdiği belirlenmiştir. Tespit edilen 4 adet tablonun konularını belirleme çalışmaları ise, koleksiyonerlerin karşı çıkmaları nedeniyle sonuç vermemiştir. alıntı Hale Asaf tablosu alanlar adı altında yapılan antika eserlerin alımlarını uzun yıllardır hizmet veren kurumumuz sayesinde artık aynı gün içinde gerçekleştirebilirsiniz. Hazırlanan ve özel tasarımlar ile insanların hizmetine sunulan internet sitemizden antika tablo eserlerinizi firmamıza satabilirsiniz. Güvenli ve süratli bir alışveriş öncesinde ve sonrasında müşterilerin değer kaybı yaşamaması için gerekli tüm prosedürler yasal olarak uygulanmaktadır. Gizlilik içerisinde tamamlanacak olan antika tablo alımlarımız ile siz müşterilerimize yıllardır yaşattığımız memnuniyeti aynı kalite ile devam ettiriyoruz. Hale Asaf tablolarının antika değerlerinin ölçümlerini yapan konusunda tecrübeli ve deneyimli uzman antikacılarımız ile ekpertiz raporları hazırlanarak müşteriler bilgilendirilmektedir. Antika tablo alan yerler içinde uzun yıllardır büyük hizmetlere imza atan firmamızdan sizlerde güven içinde alım satım gerçekleştireceksiniz. WhatsApp ile fotoğraf gönderin, Ortalama 15 dk içinde fiyat teklifi alın! Antikacı Mehmet Efendi İletişim & WhatsApp +90 542 240 70 70 Hale Asaf Tablosu Fiyatları Hale Asaf tablosu fiyatları, antika değeri olduğunun belirlenmesi, tablonun orijinali olup olmadığının anlaşılması için bir takım uzmanlıkların bilinmesi gereklidir. Antika tablo alanlar tarafından yapılan birkaç ön bilgi şunlardır İlk öncelikle ressamın imzası çıplak gözle görülmektedir. Hale Asaf adlı ressamın tarzı ve malzemesi eser hakkında bilgi vermektedir. Detaylı incelemelerde ise antika Hale Asaf tablosu alanlar mor ışık sistemini kullanarak eseri incelerler. Aynı zamanda orijinallik konusunda bir takım kimyasal işlemler de yine antika tablo alanlar tarafından yapılarak incelenir. Bir takım kimyasal çözücüler ile tabloda bulunan boyanın ve kullanılan tuval ile birlikte tabloya ait olan çerçevenin vernik analizlerinden hangi döneme ait olduğu konusunda bilgiler elde edilir. Bu veriler ışında sanatçının eserinin fiyatı belirlenir. Hale Asaf Tablosu Alan Yerler Antika Hale Asaf tablosu alan yerler konusunda büyük mağduriyetlerin yaşandığı bilinmektedir. Bu sebeple antika konusu tecrübe, deneyim ve uzmanlık isteyen bir meslek olmasından dolayı güvenli yerlerden alışveriş yapmayı ihmal etmeyin. Dünyanın her tarafında bu tür taklit eserler ile karşılaşabilmeniz mümkündür. Antika tablolardaki özellikler diğer antika eserlerinden farklı göz önünde bulundurmaktadır. Sahip olunan tablonun değeri için 100 yıllıkta olabilir 20 yıllık eserde değerli bir tablo olabilir. Sanatçının yaptığı sergiler, ulaştığı rakamlar gibi farklı olgular ile tablo değerleri çözümlenebilir. Hale Asaf Tablosu Alanlar Antika Hale Asaf tablosu alanlar olarak yıllardır hizmet verdiğimiz sektörde tablo değerlendirmeleri öncelikler manzara resimleri, natürmort resimler ve pörtler sıralama ile gelmektedir. Sizlerde elinizde bulunan eski ve tarihi sanat eserlerinizi firmamıza satabilirsiniz. Anında ve hızlı bir alım için insanlara ulaşılan internet sitemizden bizimle iletişim kurmanız yeterli olacaktır. Antika tablo Hale Asaf alımlarımız uzmanlarımızın yerinde değerlendirmesinden sonra nakit olarak güvenli bir şekilde tamamlanmaktadır. Öncelik olarak yağlı boya antika resimleriniz, sulu boya antika resimleriniz ve karakalem resimleriniz için antika uzmanlarının sundukları değerlendirmelerden net olarak bilgi alabilirsiniz. Müşterilerimize yaptığımız her alım için değer bilgisini net olarak bildirmekteyiz. Hiçbir müşterinin değer kaybı yaşamaması için memnuniyetin ve gizliliğin ön planda tutulduğu antika alımları her daim yapıldığı gibi devam edecektir. Arkeolojik eserler haricinde elinizde bulunan eski eşyalarınızı değerlendirmek isteyenler, internet sitemizden bize her an ulaşabilirler. WhatsApp ile fotoğraf gönderin, Ortalama 15 dk içinde fiyat teklifi alın! Antikacı Mehmet Efendi İletişim & WhatsApp +90 542 240 70 70 Etiketler Hale Asaf tablosu, Hale Asaf tablosu alanlar, Hale Asaf alan yerler, Hale Asaf alım satım, Hale Asaf alan antikacılar, Hale Asaf tablosu fiyatları, Hale Asaf müzayede, Hale Asaf tablosu alıcıları, Hale Asaf tablosu koleksiyoncuları, Hale Asaf tablosunu satın alanlar, Hale Asaf tablosunu nasıl satabilirim?, Hale Asaf tablosu satın alan galeriler, Hale Asaf tablo fiyatları, Hale Asaf tabloları, Hale Asaf eserleri. Alem, zaman, mekan, hayat... Günümüz insanının zihnine takılan ve diline 'relativite', 'kuantum', 'hologram' benzeri sözcüklerle yansıyan kadim sorular... Bunları ve daha ötesini aynı yatakta akıtıp şiir potasında kaynaştırdı Asaf Halet Çelebi. Çağlar ötesine dalan, oradan sıçrayıp geleceğe açılan, an'da tüm zamanları, zerrede kainatı görmeye çalışan, aşkın bir ruh, ve anlaşılmamışlık deryasında sesi hala yankılanan bir şairdi o..Varlığının farkında olduğu andan itibaren sürekli kendini ve çevresini sorgulayan, daha sonra keşfettiği rehber ve onun verdiği hakikat haplarıyla evrensel bilginin kaynağına ulaşmaya çalışan Neo'nun hikayesi. Yani, Matrix!Türk şiirinde derin izler bırakan bir şairi anlatmaya Matrix'ten başlamak yadırganabilir. Ama Matrix, yani 'kalıp', Asaf Halet Çelebi'nin gerek ruh dünyasını gerekse şiirini ifade etmeye en uygun yerindeyse, 'siyasi kaosun' göbeğinde doğdu Asaf Halet Çelebi. 1907'nin aralık ayında... İmparatorluk yıkımın eşiğindeydi. Dahiliye Nezareti teşrif kalemi müdürü Mehmet Bey ve annesi Beyza Hanım, muhtemeldir ki oğulları için Hariciye'de parlak bir kariyer düşlemişlerdi ama ne ülke ne de ailesi açısından işler beklendiği gibi gitmedi. Asaf Halet, Galatasaray Lisesi'ne giderken az da olsa ümit vardı Osmanlı'ya dair. Ama 1918'in sonunda tablo tepeden tırnağa değişti. 4 yıl boyunca 6 cephede süren savaşın ardından Osmanlı yenildi, başkent İstanbul ve Anadolu işgal edildi, çoğu Müslüman aile gibi onlar için de sıkıntı, günlük hayatın parçası haline geldi. İşgal döneminde zabıt katipliği yaptıCihangir'den ayrılıp Anadolu Yakası'na göçtüler. Beylerbeyi, eski ve büyük aileler için sığınak gibiydi. Geniş bir arazi içindeki yeni evleri, abisi Kamil, ablası Mezruka ve Asaf Halet için oyun bahçesiydi bir bakıma. Ama bir an önce eğitimini bitirip hayata atılması bekleniyordu ondan. Ve bu Galatasaray Lisesi'ni bitirmekle ulaşabileceği bir hedef değildi. İstemeye istemeye okuldan ayrıldı. Adliye Meslek Mektebi'ne kaydını yaptırdı ve 1 yıl sonra Üsküdar Adliyesi'nde Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi olarak işe mücadele, zafer, ardından cumhuriyet... Sadece siyasi bir değişimin değil, toplumsal hayatta tam bir altüst oluşun, saltanatla birlikte tüm değerler sisteminin de kaldırıldığı duygusunu veren çözülmüşlüğün yaşandığı süreç... Herkesin kendisinin ne eskiye, ne yeniye ait; ne saltanatçı ne cumhuriyetçi, hem geçmiş dönem alışkanlıklarını korumaktan, hem yeni düzene ayak uydurmaktan yana hissettiği, arafta yıllar... Böylesi dönemler tıpkı insanlar, kurumlar gibi, sanatı da kendi aklar-karalar dünyasına çeker. Her şey gibi sanatkarların da güne nispetle, yeni baştan itibar sıralamasına tabi tutulduğu, eski soyluların, köklü ailelerin yerine savaş zenginlerinin, kalantorların aldığı dönemdir. Asaf Halet Çelebi, işte bu tablo içinde başladı yazdıkları geleneksel tarzda rübai ve gazellerdi. 1937'ye kadar inatla sürdürdü bu çizgiyi. Sonra bir süre durdu, sessizleşti. Ardından terk etti eski vezin var, ne kafiye!Fransa'ya gitti bir ara. Döndü, aşık oldu, evlendi. Görür görmez sevmişti Rosie'yi ama yürütemedi. Boşandılar. Deniz yollarına girdi memur olarak. Sonra Osmanlı Bankası'na... Ardından yeniden evlendi. Kuzeni Nermin'di ikinci eşi. Çocukluklarından beri birliktelerdi yeniden şiir yazmaya başladı. Ama bu kez içinden geleni, söylemek istediklerini anlatmayı arzuladığı tarzda... Form, vezin, kelime, kafiye... Kelimelerin anlamlarına ya da çağrıştırdıkları bildik kavramlara yaslanmadan. Buydu istediği. Sözcüklerin, hatta mısraların tek başına önem taşımadığı; vurguyla, ritimle, tonlamayla, beden diliyle şiirin bütününde anlam kazandığı, kullanılanlar yanında kullanılmayan sözcük ve kavramları da düşündüren, anlaşılmakla anlaşılmamak arasında kararsızlık noktasında bir şeydi içinden göre vezin ve kafiye üniforması giydirilmeden de sözcüklere ahenk ve ritim vermek mümkündü Bir aynada bambaşka cihanlar gördümGeçmiş gelecek bir sürü canlar gördümBazan da zamanlarla geçen ömrümdeBir asra sığarmış gibi anlar gördümOm mani padme hum!Doğu ve batı kültürüne vakıf, köklerini insanın yeryüzü macerasının başladığı günlere kadar uzatan, ama ne onlara ne de çağdaşlarına benzemeyen yepyeni bir anlatımdı dillerin anlamlı ya da anlamsız oluşuna göre seçilmemiş, kah sadece ses efekti, kah şifre etkisi uyandıran, ama yaradılışın esrarını fısıldarcasına zihinde yankılanan mısralardı yazdıkları. Sidhartaniyagrôdhakoskoca bir ağaç görüyorumufacık bir tohumdao ne ağaç ne tohumom mani padme humom mani padme humom mani padme hum sidharta buddhaben bir meyvayımağacım âlemne ağaç ne meyvaben bir denizde eriyorumom mani padme hum om mani padme humom mani padme humAlay ettilerSahnede ya da sahneye dönüştürdüğü ortamda, tiyatral hareketlerle bizzat kendi okuduğu ve kelimelere yüklediği manayı dinleyenlere aktarmak için görsel, işitsel her unsuru kullandığı şiir gösterileri ona hastı. Sahneye çıkacağı sırada sahnenin ışıkları söner ve ardından elinde bir şamdanla Asaf Halet Çelebi görünürdü. Biraz yüksekçe bir yere çıkıp, o devirde çok meşhur olmuş olan 'Sidharta' şiirini okurdu. Çok tesirli bir şekilde, artistik bir tarzda, boğuk bir sesle haykırırdı "Niagroda! Koskoca bir ağaç görüyorum!"Asaf Halet Çelebi, diyelim ki içinde Grekçe, kutsal sözler geçen bir şiirini okuyacaksa, tıpkı bir kilisedeki papazın hareketlerini yaparak okurdu. Dua ve kilise atmosferini vermek isterdi etrafına. Dizelerinin onları çırılçıplak bırakacak bir açıklıkta anlaşılmasını da beklemezdi. Kendisi anlama, hakikate yaklaşma çabasındayken ve söylediklerini anlamlandırmakta kendi ruh dünyasında gelgitler yaşarken, başkalarından da beklemiyordu bunu. Ama alaya alınmayı, karikatürlere, aşağılayıcı fıkralara konu olmayı da... "Amanın dostlar! Duydunuz mu, gördünüz mü edebiyatımızın başına gelenleri? Sarası tutmuş meczuplar gibi sayıklamalar başladı artık. Hani şu ortaoyunundaki 'om mani padme hum patküt' yok mu, bu büyücü tekerlemeleri, yeni şiirin mısra-ı bercestesi diye resimlerle süslenerek mecmua kapaklarına neşrediliyor. Bilmiyoruz ki bu çeşit hezeyanlar hangi kısma dahildir? Acaba zararsızlardan mı, gömleklilerden mi? Sokakta başıboş gezmelerinde, rast gelip konuşmakta, böyle alay etmekte bir tehlike var mı? Gerçi koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler ama biz edebiyat kuzuları arasında Asaf Halet Çelebi'ye böyle bir mevki veremeyceğiz. En iyisi isminden istifade ederek, 'Çelebi, böyle olur bizde sanat!' diyelim."Eleştirilere cevabıOna ve şiirine yönelik eleştiriler rencide edici boyuta varmasa, şiir anlayışını, kimi sözcük ve kavramları nereden bulup kullandığını açıklama ihtiyacı duyar mıydı bilinmez. Ama şiir sanatı üzerine yazdıklarının çoğunluğu, gerçekte savunmalardı"Bizim şiirlerimize istihfaf ve hakaretle bakmayı, kendileri için çıkar yol zannettiler. Bana 'Vazolu' ya da 'Küllü Çelebi', 'Bobstyle' diye ve daha birçok tezyif edici kelimelerle ancak şahsımı kastederek saldıran bu zevatı kiram ile hiçbir şahsi davam ve mücadelem yok. Gene ritim itibariyle nadiren kullandığım ve maalesef de en ziyade dedikoduyu mucip olan bir noktaya temas edeceğim. Bunlar bilhassa Mısri kadim, Siddharta, Kilise, Sema-i Mevlana gibi bir atmosfer vücuda getirmeyi hedef tuttuğum şiirlerimde kullandığım yabancı kelimeler ve formüllerdir... Şimdiye kadar hakkımda yapılan birçok tenkitlere ve itirazlara rağmen, hiç korkmadan ve çekinmeden şiirlerimde mistisizmin büyük rol oynadığını itiraf ediyorum."20'nci yüzyıl Türk edebiyatının en farklı şairiAnlayacağınız iki tür yadırgamayla karşılaştı. Biri, son derce orijinal bir kişilik olarak aykırı şiirler yazmasıydı. İkincisi; vurgu yaptığı kültür, sanat, edebiyat, düşünce kurgularına karşı bir yadsımaydı. Bunlarla şiir yazdığı için alay edildi. Ama kısa süre sonra ortaya koyduğu sanatçı kişiliği ve şairliğiyle, bugün bile aşılmaz, kendine özgü şairlerden olduğunu eserleriyle yaşadığı dönemde, eleştiriler hiç bitmedi. Tasavvufa, doğu-batı, antik yeni mistisizme zihni kapalıydı Türk aydınının. Asaf Halet Çelebi ise okulda Fransızca, babasından Farsça öğrenmiş, Üsküdar Mevlevihanesi şeyhi Ahmet Remzi Akyürek'in terbiyesi altında dini bilgiyle donanmış, dönemin saygın musiki üstatlarından Rauf Yekta Bey'e talebe olmuştu. Mistik bir şiir kurmak istediğini söylüyor, bu mistik ve metafizik değerleri şiirin odağına yerleştiriyordu. Çağdaşları Arif Dino, Bedri Rahmi gibi serbest vezni şiir tekniğine temel alıyor; ama onlardan farlı olarak hem Divan edebiyatının özdeki aruz veznini, kafiye tarzını terk ediyor ve yeni bir şiir tekniğiyle o dünyayı ortaya koyuyordu. Bugün Asaf Halet Çelebi'nin kısa şiirlerine 'modern gazel' diyebiliiz. Bu da Asaf Halet Çelebi'yi 20'nci yüzyıl çağdaş Türk edebiyatı içinde çok farklı bir yere trilobit'e benzetirTRİLOBİTdünyalar ve yıldızlaren küçük şeyacıkan dilimi uzatıphepsini birer birer yaladımve yuttumbiraz serinlemiş sene evvelılık bir denizde bir trilobitkenduydum melâlizaman nedir unutarakaçıp ağzımıbütün denizleri içtimve kendim kaybolupdeniz oldumsonsuz deniz oldumAsaf Halet Çelebi bu şiirinde kendisini ilk canlı organizma olan 'trilobit' ile ilişkilendirirken şunu da söylerAynabana aynadan bir suret göründübenden başkasıdedim çıko aynadanhayalimi çalan Bu şiirinden sonra sanat çevresi onu daha da garipsedi. Mücerret, yani 'soyut şiire' Şeyh Galip'ten beri aşinaydı Türk okuru aslında. Asaf Halet'e gelene kadar Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Necip Fazıl da sık sık dile getirmişti bu derinliğini. 'Şiiriyet' kelimesiyle dile getiriliyordu 'soyut'. Ama hiçbiri Asaf Halet Çelebi'nin durduğu noktada tanındı"Şiir üstün idrak işidir" diyen Necip Fazıl, "Şiirde mana vardır ama bu mana nesrin ve konuşmanın manası değildir" diyen Tanpınar, "Her mısra gazete okur gibi değil, tasavvur ederek okunmalı ve şiirin kendine özgü mantığını kavramak için ondaki en küçük hayalleri bile düşünülüp ayırt etmek gerektiği bilinmelidir" diyen Haşim, günlük olaylardan, siyasetten veya fikir kampından kopmaz. Oysa Asaf Halet Çelebi'nin kabul etmediği bir şeydir bu. Şiir ile görünür dünyanın bir arada olamayacağı kanısındadır o. Garip Akımı'nın öncüsü Orhan Veli'yi beğendiğini saklamaz. Ama onu ve takipçilerini, hiç tanımadıkları alt tabakadan insanların şiirlerini, üstelik onların diliyle yazmaya kalkıştıkları için eleştirir. Aynı şekilde Nazım Hikmet'i şiire ideolojiyi soktuğu için, Necip Fazıl'ı "İlimde tecrit, teşhis için; şiirde teşhis tecrit içindir" sözüne sadık olmadığı için eleştirir. "Alim nasıl görünen, maddeden ibaret olduğunu sandığı kainatın sırlarını izaha çalışıyorsa, sanatkar da kendi zaviyesinden kainatın izahını yapmak sevdasında olmalıdır. Şiir kelimelerin bir araya gelmesinden hasıl olan büyük bir kelimeden başka bir şey değildir. Anlam ise izafi bir mefhumdur. Şiirde vuzuh, şairin kudretine olduğu kadar okuyucusunun ruh imkanlarına, anlayışına, irfanına ve hüsn-i niyetine bağlı bir keyfiyettir. Şiir bize müşahhas malzeme ile mücerret bir alem yaratır."Batıda 'saf şiir' olarak tanımlanan anlayışın bir ifadesidir bu. Paul Valéry, Charles Baudelaire, William Faulkner'in savunduğu yoldur. Ve şiir ile din ya da inanç arasında ayrılmaz bir bağ olduğu düşüncesine götürür gençliği yeni yeni adını duymaya, şiiriyle tanışmaya başladı Asaf Halet Çelebi'nin. Bunda şaşılacak bir şey yok. Onun ilgi çekmeye çalıştığı, dikkatin evrene dönmesi gerektiği, parçada bütünü görme, zaman, mekan, sema, rüya, masal, türkü, destan, antrolopoji, paleoantropoloji yeni girdi düşünce dünyamıza. Hırsız pencereden giren mehtapbu evde hırsız varmehtaptapencerede oturmuşbeni görüyorumkapıyı çalsamiçerden ben çıkacağımiçerden çıkacak benine kadar görmek istiyorumpenceredeki beni uyandırmalıyımiçerde hırsız variçerdeki hırsızınben olacağımdan korkuyorum15 Ekim 1958 günü Haseki Hastanesi'nde kalbine yenik düştü Asaf Halet. 51 yaşındaydı ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü kitaplığında memurdu. Oğlu Ömer dışında eğlencesi olmayan, şiiri gibi kişiliğiyle de çağdaşı sanatçılardan farklı bir kuyruklu yıldız gibiydi. Doğdu, yaşadı, kaydı...

hale asaf eserleri hakkında bilgi